Translate

21 Aralık 2012 Cuma

İçimdeki Oğlan Çocuğu - Farklı bir Kar Hikayesi

Bugün İstanbul karlar altında.. Yollarda üç saat geçirmiş olmama ve evde beni bekleyen Mert'e çok gecikmiş olmama rağmen, manzara harikaydı, şimdi daha bir harika! İstanbul'un karlı görüntüsünü hep çok sevmişimdir. Üniversiteye ilk geldiğim yıl yağan ilk karı ve o gün ilk kez karla bu denli haşırneşir oluşumu, bu denli başbaşa kalışımı hep hatırlarım. O zaman, hazırlıksız yakalandığımda Kuzguncuk'taydım ve eve dönerken köprüden kendi sürdüğüm ilk arabam Fiesta'yla geçişimi asla unutamam. O gün çok karmaşık duygular içindeydim; biraz korku, çokça cesaret, biraz endişe, biraz kendine güven, biraz huzur, biraz coşku... Bugün de, on beş yıl sonra hayatımın bu ikinci İstanbul evresini sonlandırmak üzere olduğum günlerden bir gün, yine o yoldan geçtim, köprüden. Bu kez Çiler'in kullandığı arabayla ve çok daha farklı duygular içinde. Beyaz İstanbul manzarasını tattım, üstelik bir daha kim bilir ne zaman... 

Şimdi de evden izliyorum, hala yağmaya devam eden karı. Saat gece yarısını geçti. Uyumak ne mümkün, hava bu kadar aydınlıkken. Evin büyük penceresinin önü açık, vadiye bakıyorum. Boş alandaki yeşillikler beyaza boyanmış bile. Sokak lambalarının ışığında karın yağışı belirginleşiyor. Vadide yokuş aşağı veya yukarı gitmekte olan arabalar, normal bir güne göre sayıca çok az, ve çok yavaş ilerliyorlar. Ortalık sakin ve sessiz, huzur dolu. Ben de tam oturmuş manzarayı izliyor ve bunu bir yazımda anlatmalıyım ama çok da hüzünlü olmasın derken, sesler duyuyorum dışarıdan.

Dört genç delikanlı, heralde üniversite ilk yılında olmalılar, 18-19 yaşlarında, kartopu oynuyorlar aşağıda, kahkahalarla. Seslerini duyunca ne yapıyorlar diye hafif öne eğilip bakıyorum. Kartoplarını yapıp yapıp yoldan geçmekte olan arabalara fırlatıyorlar. Zaten arabalar yavaş ilerliyor ya, onlar da kolaylıkla isabet ettiriyorlar; arabanın tepesine ya da ön camına. Önce kızdım, yahu içindeki adam ne kadar şaşırır korkar, zaten yolda zor gidiyor, ters bir hareket yapar mazallah. Sonra içimdeki çocuk, belki de bir oğlan çocuğu, çocuklar isabet ettirip de kendi aralarında gülüştüklerinde kocaman gülmeye başladı. Bir tanesi başını kaldırıp baktı, acaba gören birileri var mı diye. O anda, gayri ihtiyari kalkıp ışığı söndürdüm, görmesinler izlediğimi, şimdi çekinir bırakırlar oyunlarını. Oysa ben bulmuşum hiç beklenmedik bir anda eğlencemi.  

Soğuktan yorulana kadar oynadılar bu oyunu, isabet ettirdikçe gülerek. O, adam olmak üzere olan tiplerine ve seslerine pek de yakışmayan şekilde çocukça kahkahalar atarak. Dedim ya adam olmak üzereler diye, belki de son dönemeçteler, artık çocukluktan yetişkinliğe geçiyorlar. Benim hayatımdaki bir dönemeçte olduğum gibi...

Onları izlerken neler hissettim neler, daha doğrusu hatırladım. Ben aslında ne çok severim oyun oynamayı, böyle haylazlıklar, beklenmedik yaramazlıklar yapmayı. Özellikle de erkek oyunlarını.. Oynayamıyorsam da bugünkü gibi izlemeyi severim. Çocukken ailede hep erkek çocuklar vardı etrafımda. Ya uyum sağlamak için ya da hakikaten oyunları pek cazip göründüğü için imrenirdim oyunlarına. Kimi zaman, anne tarafımdaki tek kız kuzenim Mübeccel'le gerçekten biz de abilerimizin oyunlarını kendi aramızda oynardık. Kimi zaman da mecburen onların oyunlarında asistanları olurduk. Mesela, abimler lego oynarken parçaları buldururlardı bana, ben de anlamaz çok eğlenirdim. Herşeyden herkesin nasibini alacağı bir deneyim vardır mutlaka. 

Sonraları, Mübeccel'in oğlu Recep Efe olduğunda ve oyun kıvamına geldiğinde, yere oturur çocukla araba oynardık üçümüz, eski günleri de hep anımsayarak. Mübeccel'in eşi de halimize bakıp bakıp şaşardı önceleri, sonra anladı ki biz çocuğu unutup kendimiz oynuyoruz buldozerlerle, kamyonlarla, dalga geçmeyi bırakıp izlemeye başladı bizi, gülümseyerek. 

Derken, benim de oğlum oldu. Murat'ın "ben kız olursa onunla ne oynayacağım?" tereddütünün aksine, benim içim hep rahattı. Ben bilirim oğlanlarla oynamayı; bilmek ayrı, bayılırım da. Henüz, arabalarla veya legolarla oynaması için biraz erken, biliyorum. Olsun, zamanın gelmesini heyecanla bekliyorum. Onunla oynamak için. Şimdilerde, benim asıl oyuncağım daha bir Mert'in ta kendisi. Yani, şuan kız oyunları sürecinden geçiyorum, bir bebekle oynayarak. Zamanla Mert büyüdükçe, farklı bir macera başlayacak.. Mert'in bana dönüp "Anne yeter ama, oyuncaklarımla ben oynamak istiyoruuuum" dediğini hayal edebiliyorum. Paylaşamayacağız o oyuncakları sanırım, çok da eğleneceğiz... Belki o zaman bu yazım hala duruyorsa okuyup ilham alır, arabalara kartopu fırlatırız. Neden olmasın?

İnsanın içindeki o çocuk hiç büyümezse olacağı budur :)

1 yorum:

Zeynep Onur dedi ki...

Yazını okurken kahkaha da attım gözlerim de doldu. Tanrım bana noluyor :))) Senle belki de ilk ortak yanımızdı iki erkek kardeşe sahip olmak. Dolayısıyla hayat boyu erkek oyunları oynamak ama hep asistan rolünde :) Ben hep kaleci olurdum mesela. Kız arkadaşlarım bilye ne demek bilmezken ben tüm cinslerini ve oyunlarını ezbere bilirdim. Okulda da hep erkek arkadaş sayım daha fazla olmuştur. Hala şu yaşımda babamla dövüş yaparız şakalaşarak. Erto'da zavallım garipseyerek bakar napıyor bunlar diye :)) Ben hep diyorum içimdeki erkek çocuk büyümeyecek diye, hatta annem de itiraf ediyor bunu, artık o da kabullendi zarif, narin bir kızının hiçbir zaman olmayacağını;)
Aslında düşünürken kendime bile itiraf etmediğim bir şey belki ama ben sanırım hep ilk çocuğumun içten içe erkek olmasını istiyordum :) Benim oyunlarıma eşlik edebilsin diye :)))