Translate

5 Aralık 2012 Çarşamba

Elektrikler kesik ve ben Blogcu olmaya karar verdim (!?)

Benim yazma serüvenim..

Okuma-yazmayı ilk öğrendiğim zamanlardan beri yazmayı severim ben. Önceleri, renkli kalemlerle küçük kağıt parçaları üzerine annem için notlar yazardım. Annem hala saklar bazılarını. Duygularımı böyle daha iyi ifade ederdim, hatta anneme sadece yazarken "Anneciğim" diye hitap ederdim. Çok düşündürücü, şimdi onu bile yapmıyorum, hımmm. Sadece özel günlerde değil, evin içinde bilgi vermek için yazdığım notlarda bile bir güzel ifade ederdim kendimi. Bazen süslemeler, çıkartmalar olurdu notlarımda, eh cicili bicili kız şeyleri işte, çok normal.. Ben devamlı yazıyordum, ama nedense yazım içerik olarak geliştikçe yazı karakterlerim çirkinleşiyordu. Üniversitede ders notları alırken bunun nedenini anladım, düşüncem o kadar hızlı akıyordu ki parmaklarım yetişmek için hızlandıkça harfler birbirine giriyordu. Bilgisayarla tanıştığım üniversite döneminde, tabiki kalemle yazmak bir çırpıda çıkmadı hayatımdan, ama yine de hem hızlı hem de okunaklı yazabilme yolunu keşfetmiş oldum.
Yazı yazmakla ilgili tüm hayatım boyunca çeşitli deneyimler yaşadım, ortaokuldayken penpal'lerim oldu (yani mektup arkadaşlarım). Babamın çeşitli yabancı tanıdıklarının kızları... Bu vesileyle bir de kendimi İngilizce ifade etmeyi öğrendim, güçlendirdim. Gerçi o yıllarda mektuplar pek yüzeyseldi; kimsin, naparsın'lardan ibaretti, ama yine de kelime oyunlarına hafif hafif başlama adımlarıydı denilebilir.

Yine ortaokul yıllarında en sevdiğim ev ödevi, kompozisyon yazmaktı. Sınavlarını da severdim kompozisyonun. Bana verin bir konuyu, havamdaysam tutamazsınız, yazarım sayfalarca.. Nedense genellikle atasözü ve deyimler verilirdi konu olarak, ben bu sıkıcı konuları bile eğlenceli hale getirmeye bayılırdım. Bir gün Ahmet Karagözlü isimli Türkçe öğretmenimiz kompozisyon ödevi olarak tasvir içerikli bir yazı istemişti. Ben de odamı tasvir etmiştim, "Görünmeyen Arkadaş" başlığındaki kompozisyonumda. Tabiki odamın görünümünü çok başarılı bir şekilde tasvir etmiştim ama o bana yetmemişti ve odamın benim için ne anlama geldiğini de çok güzel anlatmıştım. Hatta itiraf etmeliyim ki ben de o yazıyla fark etmiştim odamı ne kadar çok sevdiğimi. Öğretmen ödevimi sınıfta okumamı istemişti ve ellerim titreyerek okuduğumda herkes beğendi. Çok sevdiğim bir arkadaşım bana şaka yollu sen yazar olmalısın demişti, gülüp geçmiştik hep beraber. Bu yazıyı okur mu bilmiyorum, okursa eminim çok net hatırlar o günü. Bu vesileyle kendine de sevgilerimi gönderiyorum.

O yaşlarda bir de derin anlam içeren zekice kurulmuş özlü sözlere ilgim vardı, bunların bir nevi koleksiyonunu yapıyordum. Nereden buluyordum hiç hatırlamıyorum, önce küçük renkli kağıtlara yazıp odamın her yerinde duvarlara ve dolaplara yapıştırıyordum. Bazı matrak arkadaşlarım da yanlarına not ekliyorlar, bazen soru işareti veya ünlem yapıyorlar ve eğleniyorlardı. Kimisi de kendi sözlerini yazmak istiyorlardı. Değişik bir paylaşımdı bu, o yıllarda. Artık üniversiteye gidip de o odadan bir süreliğine ayrılmam gerektiğinde tüm kağıtları çıkarıp o sözleri de bir deftere almıştım, daha olgun bir kız olarak. Hala da saklarım, belki zaman zaman blogumda paylaşabilirim.
Bence bunlar felsefeye olan ilgimin de başlangıcı sayılabilir. Lisede en sevdiğim ders olan felsefe. Ders diyince, felsefe belki de çok basit geçiştirilen bir konuydu. Öğretmenimiz Ed Harris'i andıran o adam, o zaman bana çok yakışlıklı ve karizmatik gelen Ferit Hoca, başka bir okuldan yarı-zamanlı geliyordu. Başarımızla da fazla ilgilenmiyor olsa gerek ki fazla bastırmazdı, kimseyi zorlamazdı. Sadece önde oturan 4-5 kişi dersi takip ederdi ve o da sadece onlara dersi anlatırdı. Hayatımda bir tek o derste "inek" oldum, hem dersi dinledim, not aldım, hem de ders dışı bazı kitaplar edindim. Felsefeye bariz ilgi duyuyordum, ancak o zaman orada kaldı bu ilgi, akademik olarak daha öteye gitmedi. Beni o ders o zaman derin düşünmeye teşvik etmişti, ve derin düşünmenin aslında verimli bir aktivite olduğuna ikna etmişti.

Dedim ya, hayatım boyunca yazdım durdum diye, mektuplar yazdım uzun uzun. Liseden beri en yakın arkadaşım olan Çiler'le okul günlerinde devamlı beraberdik, okul sonrasında da birimizin evinde otururduk. Akşam olup da evlerimize dağıldığımızda da hiç üşenmez birbirimize mektuplar yazardık. Benim yazmayı sevdiğim kadar arşivlemeyi seven Çiler'ciğim bu mektupları hala saklar. Geçenlerde nasıl bulduysa Lise 2'de yazdığım bir notu bulup bana gönderdi. Şuan içinde bulduğum duruma denk düşen bu not ikimizi de çok güldürdü. Evet, hayatım boyunca tüm yazdıklarımı toplasam en çok ve en uzun Çiler'e yazmışımdır kesin. Aradan seneler geçti, birçok yeni yaşam anısı eklendi hafızalarımıza. Ve işte yıllar yılı beni hep okuyan Çiler, kısa bir süre önce yazılarımı özel yazışma formatından çıkarıp herkesle paylaşabileceğim bir platforma aktarmam için bir blog açmam konusunda beni çok güzel motive etti. Her ne kadar konu yazmak olduğu için bir an bile tereddüt etmemiş olsam da henüz sanal dünyaya o kadar da hakim olmadığımdan olsa gerek, birtakım çekincelerim vardı "nasıl"lar hakkında. Ve işte o gece, yani 24 Kasım 2012'de evde elektriklerin kesik olduğu, zaten günlerdir internetten mahrum olduğumuz o günün gecesinde, karanlıkta düşünürken nasıl'ın hiç de önemli olmadığını fark ederek bir blogcu oldum, önce herşeyi kafada bitirdim, tasarladım. Uzun lafın kısası, ironi şudur ki: o kadar da teknolojik görünen bu sanal dünyaya dalışım, teknolojiden tamamen kopuk bir gecede geçekleşti, nerde mi? Kafamda... 

Herşey ne kadar teknolojiden ibaret gibi görünse ve insansız yapılabilirmiş gibi gelse de aslında daima hatırlanmalıdır ki herşeyin ardında insan yaratıcılığı ve düşüncesi var.. Kafada yaratılan birşeyi hayata geçirmek ve insana ulaştırmak içinse teknoloji sadece bir araç aslında... Ve ben sevinçle bu aracı kullanıyorum :)

4 yorum:

Zeynep Onur dedi ki...

Ah o odanın dili olsa da konuşsa. O biblolar, zengin gardrop ve benim en sevdiğim o meşhur özlü sözler :) Hatta ben de bir tane eklemiştim. "Do what you belive in, belive in what you do" Hala çok severim bu sözü:) O zamanlar geldi gözümün önüne ve anladım ki bir kez daha biz büyüdük:( Ne güzel günlerdi...

Filozofanne dedi ki...

Canım,bize çok şey katmış o günler. Değerini şimdilerde anlıyorum. Biz sadece sohbet edip hoş vakit geçirdiğimizi ya da gülüp eğlendiğimizi sanırken neler olup bitermiş o deneyimlerle düşünce dünyamızda... Büyüdük, Büyüyoruz, bence her daim büyüyoruz...

Zeynep Onur dedi ki...

Ama ama büyümek isteyen kim :))) Vücudum büyüse de içimdeki çocuğu büyütmemeye kararlıyım ben:)

Filozofanne dedi ki...

içimizdeki çocuk hep çocuk kalsın Zeynepcim!