Translate

16 Aralık 2012 Pazar

Bebekle Öğrendiklerim 1 - Nasıl "An"da Kalınır?

Birkaç sene önce internette dolaşırken Eckhart Tolle ile "tesadüfi" bir şekilde tanışmıştım. Youtube'da bir video izledim. Jim Carrey onu öve öve bitiremiyordu, çok da samimi sözcüklerle. İşte o zaman birdenbire merak uyandı içimde, beni birşey çağırdı adeta. Başladım internette incelemeye ve okumaya. Kendi websitesi başta olmak üzere, birçok kaynaktan bilgiler topladım onun hayatı ve felsefesiyle ilgili. Çok ilgimi çekti evet ama sadece o kadar da değil, yaşantımda pek de bir yere oturtamadığım, anlamlandıramadığım bazı durumlar onun çözümlemeleriyle birden aydınlanıverdi.

Sonra, 'Var Olmanın Gücü' kitabını aldım. Okumam biraz uzun sürdü, öylesine okuyup geçilmiyor, okurken illa ki üzerinde kafa yorulacak. Okudukça bazı bilgiler biraz tokat gibi yüzüme çarptı. "Vay be" dedim fikirlerine, çözümlemelerine, iddialarına. Yavaş yavaş sindirdim bu bilgileri. Tüm felsefesi aslında basitçe özetlenecek olursa şöyle: Bu dünyevi hayatımızda bütün fiziksel şeyler illüzyondan ibaret, asıl gerçeklik özümüzde. Özümüzle bir olmanın tek yolu da "şimdi"de olmak. Her daim, şimdi'de olmak, her daim "an"da kalmak. Yani biraz da meditasyon yapar bir halde geçirmek tüm zamanı. Denemeye değer dedim. Ve öylece hayatıma entegre ettim, başladım bu anlamda bir farkındalık ile yaşamaya. Bir de Eckhart Tolle websitesine kaydolmuştum. Oradan bana düzenli olarak email ile "Present Moment Reminder" geliyordu. Yani An'da kalmamı hatırlatan bazı felsefik sözler. Yine hayran bırakıcı bir zekanın eseriydi bu sözler. Daha bir motive olarak devam ediyordum. Etrafa bakışım değişmişti adeta, herşeyi yorumlayışım değişmişti. Normal olarak, an'da kalmayı unuttuğum çok zaman oluyordu. Olabildiğince çabuk toparlayıp kendimi, dönüyordum yine varoluşuma yeniden An'a bakarak. Güzel bir deneyim yaşıyordum, hala da yaşıyorum olabildiğince. Sanırım kitabı yeni okuduğum zamanlarda biraz da etkiliydi bu halim. Zamanla biraz da olsa uzaklaştım, unuttum an'da kalmayı kendime hatırlatmayı.

Bebekle beraber başka birşey oldu, bunu bana yeniden hatırlatan. Bebeklerin iletişim şekilleri dil kullanana kadar biraz farklı. Sözcükleri ne bizim anladığımız şekilde anlayıp yorumlayabiliyorlar, ne de kendileri sözcüklerin kolay ama belki biraz da yüzeysel iletişim tekniğini kullanabiliyorlar. İletişim kurmuyorlar mı sanıyorsunuz? Tabii ki kuruyorlar. Sezgileriyle anlıyorlar etrafta olup biteni. Ve sezgiler öyle güçlü bir iletişim aracı ki karşısındaki insanın sözcükleri ve ses tonu ne söylerse söylesin, o bebek sadece ama sadece gerçeği anlıyor. Belki gözlerdeki bakış, belki hormonların salgıladığı kokular, belki de titreşimler yardımcı oluyor, ama bence asıl yol sadece hisler, sezgiler.. 

Hal böyle olunca; bebekle beraber vakit geçirirken, ben her ne kadar ona gülsem, çok eğlenceli mimikler ve sesler çıkarsam da, eğer o an o "an"da ve orada değilsem, yani zihnimden "bebek artık yorulsa da uyusa, ben de işlerimi halletsem, yemek yesem, banyo yapsam" gibi düşünceler geçiyorsa, bebek hemen anlıyor. Sezgilerde tereddüt de olmadığından aldığı bilgiden emin bir halde tavır alıyor bana. İşte ben gerçekten ama gerçekten kendimi o "an"a verinceye kadar o da o "an"ı uzattıkça uzatıyor. Bir türlü yattığı pozisyonu beğenmiyor, söyleniyor, yemek yiyorsa yemiyor, uyumak üzereyse uykuya dalmıyor kesinlikle. Öyle keyifli bir halde değil uzatması, söyleniyor, kızıyor, hatta ağlıyor. O sezgileriyle alıyor da, eğer benim sezgilerim yeterince açık değilse bana ruhsal titreşimlerle anlatamıyor demek istediğini, dolayısıyla bu gürültülü yollara başvuruyor. 

Bebekleri küçümsemeyelim, o şirinliklerinin ardında onlar çok yüce ve çok mükemmel varlıklar. Bu yazı dizisinde bir çok yerde buna değineceğim. Burada vurgulamak istediğim ise, bebeğim bana onunlayken sadece o "an"da ve sadece orada olmamı hatırlatıyor olması. Tam öyle yapabildiğim zamanlarda ise çok keyifli, sevgi dolu, mutlu oluyor. Ben de elbette daha bir keyif alıyorum onunla geçen bu zamandan. Sonuç ise daha verimli ve belki de öncesine göre daha kısa bir süre tatlı tatlı beraber vakit geçiriyoruz. 

Nasıl mı "an"da kalıyorum, nasıl mı ifade ediyorum bunu bebeğime? Aslında önemli olan bunu öncelikle fark etmek. Bebeğin anlamsız ve zamansız huzursuzluğundan yola çıkarak aslında zihnimizin orada olmadığını fark etmek. Sonrası daha bir kolay, daha bir kendiliğinden ve akıcı oluyor. Birden toparlanıp, kendime çeki düzen veriyorum. Oraya ve o an'a dönüyorum. Zihnimdeki diğer düşüncelerin, o zamana ve o mekana ait olmayan düşüncelerin akıp geçmesine sakinlikle izin veriyorum. Akıp geçiyorlar, zihnimde bir boşluk bırakarak. İşte bu boşluğu da bebeğime olan sevgi ve ilgimle dolduruyorum. Bütün bu zihinsel aktiviteyi ille de sözcüklere dökmem gerekmiyor bebeğimin anlaması için. O zaten biliyor. Ama ben konuşmayı severim ya, mutlaka söylerim Mert'e de o an bende neler olup bittiğini. Ve şöyle eklerim: "Bebeğim, ben burdayım, seninleyim ve tam da şu "an"dayım. Seninle beraber vakit geçirmekten dolayı çok mutluyum ve çok eğleniyorum. Hatta çok şey öğreniyorum" Bunu söylemek aslında duymak demek, kendime duyurmak yani. Konuşurken de insan başka birşey düşünemediğinden, dürüst sözler olmuş oluyor, ve karşıya da mesajımız doğru aktarılmış oluyor, doğru ve dürüst!

Sonra sakince yemeğini yiyor, uykuya dalıyor kolaylıkla, huzurla... Bana birşey öğretmenin veya hatırlatmanın huzuruyla, benimle vakit geçirip dünyayla biraz daha uyumlanmış olmanın gururuyla...

Keşke her "an", hep buradaki gibi bir iletişim olsa herkesle aramızda. Keşke hayatımızın her saniyesinde "an"da olabilsek de; bu denli verimli, bu denli dürüst, bu denli sakince yaşayabilsek her anı, o anın kıymetini bilerek, o"an"ı yücelterek. Keşke'lere ne gerek var? Olabilir mi? Yeterince farkındalıkla herşey olabilir !

6 yorum:

Unknown dedi ki...

cok etkilendim ben bu yazıdan... ustelik tam da duymaya ihtiyacım olan seyleri duydum!

Zeynep Onur dedi ki...

şu an beni çırptın resmen :) çünkü ben kesin aynı anda bir sürü şeyi düşünen biri olarak o "an"da da başka şeyler düşünüyor olacaktım. Şu an 5 ay sonrası için çok kıymetli bir bilgi daha almış oldum sayende :) Sanırım bu yazı dizisi en çok benim işime yarayacak :)

Filozofanne dedi ki...

herşeyi açan anahtar "farkındalık", gerisi çok kolay. Bebekli-bebeksiz herkesin ihtiyacı olan o "an"ın farkında olarak yaşamak, hep!
Zeynepcim, beni takip etmeye devam! sonra sen de kendi eklemelerini yaparsın :) Hatta belki de blogunu aktive edersin bebekten sonra :)

BENDEN dedi ki...

Bayıldım bu yazıya Pınar'cım.. Özellikle bebeklerin sezgi ve hisleriyle herşeyi anladıkları kısmına.. Çok doğru...

Zeynep Onur dedi ki...

Ertuğrul'a dün blogundan bahsettim. O da facebooktan gördüğünü ve okumak istediğini söyledi. Ben de bu yazını anlattım ona ve o da çok etkilendi bahsettiklerinden ve yazılarını okumaya karar verdi. Yani diyorum ki Murat'ın hislerinden ya da sence neler hissettiğinden de bahset bence. Sanırım daha bir sürü "baba" okuyucuların olacak :)

Filozofanne dedi ki...

Çok sevindim Ertuğrulun da beğenmesine canım. Aslında haklısın, ben de erkekleri daha çok çekebilmenin yollarını arıyordum. Dediğin konuya biraz kafa yormalıyım.. Hatta birkaç fikir geldi bile galibaaa :)