Translate

18 Mart 2022 Cuma

Kısa Öykü - Bir Annenin Ardından

 

Bir Annenin Ardından

Evde çıt yok, biraz da loş sanki. Tüm ışıkları yakmalı, içimdeki ürperti geçer belki. Ne yalan söyleyim, kendimi biraz hırsız gibi hissediyorum. Çocukluğumun geçtiği ev de olsa, siz yokken burası bana iyiden iyiye yabancı geliyor. Kapı açılıp da sen içeri girsen, ne yapıyorsun burada demez misin, anne?

Her şeyi usulüne uygun yaptık, için rahat uyu. Keşke babam da olsaydı, bu kadar zorlanmazdım belki. Ama işte, olsaydı da sensizliğe dayanamazdı o, biliyorum. Yengem sağolsun, yardım etti biraz; yemekti, helvaydı, mevlüt şekeriydi falan… Alnımızın akıyla görevlerimizi yerine getirdik. Tek evlat olmak amma da zormuş. Şimdi ben bu evin atsan atılmaz satsan satılmaz eşyalarını nasıl tek başıma ayıklayacağım, söyle bana!

Önce tüm evi şöyle bir dolanıyorum, alıcı gözle bakıyorum. Kapının önünde duran ayakkabını içeri alıyorum. Acaba önce ayakkabılardan mı başlamalı? Onlar kolay yahu, hepsini toplayıp ihtiyacı olanlara veririm, ayakların benden iki numara küçüktü zaten. Ben doğru yatak odana geçiyim, 13 senedir tek başına yattığın, babam gideli beri, evin işi azalsa da hep yorgun olan bedenini dinlendirdiğin.

Nasıl olsa hepsini atacağım diyerek, şifonyerin iç çamaşır çekmecesini açıyorum. Dantelleri, satenleri güpürleri seri hareketlerle bir naylon torbaya alıyorum. Derken içinden bir kalem halıya düşüveriyor. Bu çekmecede kalemin ne işi var diyerek elime alıp bakıyorum ki üzerinde bir isim: Semiha Akınoğlu. Sizin okulun müdürü değil mi bu? Evet evet o. Ama bu kalem neden sende anne? Anlam veremiyorum. Öyle sana hediye edebileceği türden bir eşya da değil ki. Yoksa…

Bir öğretmen arkadaşının bize geldiği günü hatırlıyorum, yalnız konuşmak için kibarca beni salondan çıkarmıştı, tabii ben meraktan yerimde duramayıp kapının arkasından sizi dinlemeye çalışmıştım. Odalarda kaybolan eşyalardan bahsettiğinde neden bunu okulda müdürüyle konuşmadıklarına, ne biliyim bir güvenlik kamerası falan yerleştirmediklerine bir anlam verememiştim. Sen ne yapabilirdin ki bu konuda? Kapının ardından ayrıntıları çok seçemiyordum, ama şunu duyduğuma çok eminim. “Acaba bir doktora mı gitsen Belma? Bak, öyle ilaç milaç da vermiyorlarmış, psikologlar tedavi ediyormuş. 6 ay, bir senede kurtulursun. Kimselere de söylemem ben, söz.” Sonra senin utangaç sesini duyduğumu hatırlıyorum. “Canım, ben istemiyorum ki kurtulmayı, yıllardır alıştım, sönük hayatıma bir kalp çarpıntısı çok mu fazla? Hem bir süre dikkat ederim, unutulur.” O an sanki beni dinlediğim kapıdan elektrik çarpmıştı da irkilip konuşmanızın geri kalanını dinlememiştim bile. Ah anne ah…

Düşüncelerim mazide, bedenim yatak odasının dehlizlerinde, görevime kilitleniyorum adeta. Bir an önce şurda işimi bitirip çıkmalıyım buralardan. Takıları seçmeye başlıyorum. Birkaç altın parçayı zaten daha önce bana vermiştin, “ne takacağım ayol, bundan sonra hasta hasta” diye. Taşları boncukları karıştırırken aralarında uzun porselen bir çay kaşığı görüyorum. Üzeri el işi naif bir çiçek deseniyle süslü. Takımından ayrı, yalnız kalmış buracıkta. Kim bilir, hangi arkadaşında gördün de, küçücüktür bir şey olmaz diyip çantana atıverdin. Sonra da ah kim bilir ne üzüldün, geri yerine koymak için senaryolar kurdun da götüremedin bir türlü. Ah annem ah.

Yüküm ağırlaştıkça yürümekte zorlanır gibi yavaş adımlarla yatağa gidip usulca oturuyorum. Komodin çekmecelerini boşaltmaya başlıyorum. İlk çekmecesinde kremler, bir kalem, okuma gözlüğün gibi eşyaların arasında bir çakmak dikkatimi çekiyor. Fenerbahçeli bir taraftar çakmağı bu. Senle hiç mi hiç ilgisi olamaz. Sigara içmezdin ki, hem ocağı yakmak için kullansan da onun komodinde ne işi var. Kaldı ki Fenerli de değilsin. Bindiğin bir takside, arabanın ani hareketiyle yere yuvarlanan çakmağı çantana atarken seni görebiliyorum. Üstelik bu defa, öyle pek de suçlamamış olmalısın kendini. Çakmak dediğin şey, üç kuruşluk, habire kaybolur durur ya; üstelik içmesin adam da şu zıkkımı ayol, derken seni duyar gibiyim. Sen ve hiç eksik etmediğin ayolların, ah anneciğim ah!

İkinci çekmecesinde çorapların var, gelişigüzel istiflenmiş. Bunları da atmalı, kimseye verilmez diye düşünüyorum, çamaşır poşetine doldurmaya başlıyorum. Altlara doğru bir lavanta kesesi görüyorum, nakışlarla işli, çeyizinden kalmış olmalı. Lavantanın rahatlatıcı kokusunu daha yoğun alabilmek için elimle ovalarken içinde sert bir şey hissediyorum. Ama bu, bu benim kolyem. Lise mezuniyetimin olduğu gece, baş başa sabahlayıp bir türlü vedalaşamadığımız o gece, Ozan’ın bana hediye ettiği kolye. Ozan üniversite okumaya yurtdışına gidecek diye günlerce ağlamıştım da sen beni bir kez bile telkin etmemiştin. O gencecik ve merhametli aklımla, senin de acın taze diye düşünmüştüm. Demek sen, imkansız aşkımın anılarından beni kurtarmak için o kolyeyi almışsın.

 

Pınar Koçak Saraçoğlu

13.03.2022 / Adana

Sanal Yazıevi Öykü Atölyesi 2.Modül – Nil Devletoğlu

1 Mart 2022 Salı

Kısa Öykü - Eksik Kadın

 

Eksik Kadın

Kapalı gözlerini bile kamaştırmaya yetecek kadar parlak ışıklar neden hiç ısıtmazdı bedeni? Bige, incecik hasta önlüğü içinde sadece üşümüyordu, aynı zamanda korkuyordu da. Neyse ki narkoz etkisini göstermeye başlamış, gözleri kapanmıştı. Maskeli ve boneli yabancı bakışlar altında tedirgin bir teslimiyetle karanlığa gömüldü.

Yapmayın, bırakın kalsınlar, almayın onları benden. Uyuşuk mu desem, yok yok kaşınıyor sanki. Gergin, çok gergin, yok mu bunun bir ilacı? Bir fotoğraf geldi aklıma, siyah-beyaz. Küçük kız bana bakıyor. Ne diye sırıtıyor ki? Ah bak, şimdi de ağlamaya başladı. Adet olunca yediği tokat mı geldi aklına yoksa? Anne, çok kan var, ölecek miyim? Sus kız ne ölmesi, kadın oldun kadın! Lan Birkan! Sen de sünnet oldun ama, ne gülüyon şimdi bana mal mal! Elindeki gofreti döke saça yiyor, bende de ne iştah kaldı ne bir şey. 

Ne kadar zaman geçmiş fark etmedi, gözlerini araladığında diğerine göre oldukça küçük ve yine oldukça aydınlık bir odadaydı. Yalnızdı. Her zamanki gibi. Birkaç dakika sonra sedyeyle hastane odasına alırlarken, kendi ellerini sıkıyordu Bige, her şey eskisi gibi olmayacak, biliyordu. Meme kanseri teşhisi konulduğunda milyon tane karmaşık duygu yaşamıştı. En çok da bilinmezlik. Onların tamamen alınmasının ne hissettireceğine dair hiç fikri yoktu. İşte şimdi tam da o noktadaydı, eksik bir bedende hiç de umut vaat etmeyen bir hayata açıyordu gözlerini.

Odada onu Ceyda bekliyordu. İşten izin almış olmalıydı. Buna şaşırmadı Bige. Ne de olsa 35 yıldır tüm şartlar altında birbirlerinin yanında olmuşlardı. Çok severdi Ceydayı Bige. Ama bugün annesi de yanında olsun istemişti, kimseye itiraf edemese de. Yine de haber vermemişti onlara. Hiçbir şey anlatmamıştı.

Ah be kızım, dedi Ceyda. Anlamıyorum neden annene haber vermedin. Bu ameliyatla kalmayacak ki, daha tedavisi var; ağrısı, bulantısı derken, yapayalnız nasıl idare edeceksin? Ben hep yanındayım tamam, hastanede kaldığın kadar kalırım da. Hatta evde de desteğim sana. Ama anne de başka be canım ya”

Sen onları bilmiyorsun Ceyda. Kurulu düzenlerini, o mutlu aile tablolarını bozup da bana bakmaya mı gelecek sanki annem? Birkan’ın şımarık çocuklarına baksın anca o. Hanım gelini gezmelerde takılarını takıştırıp boy gösterirken, tonton babaannecilik oynasın.” Derken Bige derin düşüncelere dalıverdi.

Nankörsün” demişti birinde anası ona. Okuttuk ettik, sıra sıra koca adayları da bekliyor burda, ne diye İstanbullarda sürtüyorsun hala? Gel kır dizini de, anana babana hayırlı evlat ol. Kız dediğin, söz dinler azcık.” Annesi bilmiyordu ki, kızına böyle konuşurken onun hayallerini çöpe fırlatmasını istiyordu. Hayalleri de öyle atla deve değildi. Zorluklarla da olsa kendi seçtiği hayatı yaşamak, kendi sevip aşık olmak ve evlenmek istiyordu. Sevmişti de, ona tapan bir çocuğu. İşi yoktu çocuğun o aralar, anne tarafı da doğuluymuş dediler. “İmkanı yok vermeyiz seni o hıyara” dedi Birkan, o da abi kesildi o zaman birdenbire. Ne oluyordu sanki ona! sen kendine bak, 45 yaşında hala doğduğun apartmanda ananın yaptığı mercimek çorbasını höpürdeterek içiyorsun! ” Neymiş, küçük de olsa erkek kardeşe hürmet edilecekmiş. Yok öyle yağma” diyemese de Bige, o gece karar vermişti. Kocaya kaçmayacaktı da, İstanbula temelli yerleşmeye gidecekti. Kendini geçindirecek, ailesine muhtaç olmayacaktı. Öyle de yaptı, kimselere muhtaç olmadan 47 yaşına da geldi. Ama yalnız başına. Ne doğru dürüst bir ilişkisi olabildi, ne de Ceydadan başka bir arkadaşı.

Hastaneden çıkacağı gün doktoru son kontroller için bir psikolog ile beraber yanına gelmişti. Tedavi sürecinden bahsettiler. Bağışıklığını güçlü tutması için nelere dikkat etmesi gerektiğini, sevdiklerinden yardım almasının önemini bir bir anlattılar. Olumlu düşünün sadece, en önemli ve en değerli sizsiniz, dediler. Onlar gittikten sonra Bige, hastane odasının kapısının arkasına monte edilmiş boy aynasında kendine baktı. Eve gitmek üzere normal giysilerini giymişti, sütyene bile ihtiyaç duymadan. Zamanı cömertçe kullandı, uzun uzun baktı bu eksik kadına. Tam o anda kapı aralandı yavaşça. Kapıyı açan titrek eller annesinindi. 

 

 

Pınar Koçak Saraçoğlu

25 Şubat 2022 Cuma saat 18:30

Öykü Atölyesi – Nil Devletoğlu ile 4. Hafta