Translate

18 Aralık 2012 Salı

Bebekle Öğrendiklerim 2 - Aslında kime konuşuyorum?

Doğumdan tam 23 gün sonra annem Adana'ya dönmek üzereyken bizim evdeki yardımcımız aniden işten ayrıldı, daha doğrusu ailevi bir sebepten dolayı memleketine gitti, geri dönüp dönmeyeceği belirsiz. Annemin programını bozmak istemedik, herşey düşünülmüş planlanmıştı çünkü. O gitti, biz kaldık, bebekle. Sağolsun, bebeğimiz güzel emiyor, güzel uyuyordu.

Çok iyi hatırlıyorum o günleri. 5 Ağustos pazar günü annemi yolcu ettik. Pazartesi oldu, benim üç gün sürecek yalpalamam başladı.


Annemin bizde kaldığı bazı gecelerde, eğer herşey yolundaysa onu uykusundan uyandırmıyordum zaten, o yüzden annemin yokluğuna geceleri alışmak daha bir kolay oldu. Evdeki yardımcı olmadan ve annem de olmadan gündüzleri yalnız kalıvermiştim bebekle. Hem yalnız, hem de aslında bütünüyle önemli bir şahsiyetle başbaşa. Değişik bir tecrübeydi, hem de çok.


Üç tam gün boyunca, sadece bocaladım. Evde her yer talan durumda, mutfak pislik ve dağınıklık içinde. Ben desen, daha da beter bir pejmurde hallerde devamlı geceliklerle, saç baş dağılmış. Hani Elif Şafak'ın Siyah Süt romanı var ya, kendi lohusalığını anlatan, işte aynı oradaki kusmuklu yakasıyla gezmeye giden kadın gibiydim. Neyseki sadece üç gün sürdü, ve ben işte o zaman yalnız kaldığımda anladım ki yaklaşık 3 haftadır ben aslında lohusalık depresyonu yaşıyormuşum. Farkında değilmişim, çünkü yanımda annem vardı, yardımcı vardı. Her an bir ses, bir soluk; evin içinde bir hareket, bir bereket. Sonra sıkıldım, bozuldum, kendimle başbaşa yedim durdum kendimi o üç gün. Bu ayrıntılar, içinde olduğum psikolojik durumu anlatmak içindi. Bu kadar yeter, uzatmadan konu başlığımıza dönelim.


Bu üç günlük "lohusa depresyonu ile yüzleşme ve onu aşma" günlerimde, bebek süperdi. Doğduğundan beri olduğu gibi güzel uyuyor, güzel zaman aralıklarında emiyor. Beni aslında hiç yormuyor, üzmüyordu. Ancak bir konuya fena takılmıştım.


Bebekle tamamen yalnız kaldığım o ilk günlerden birinde, annemi feryat figan bir şekilde aradım. Önemli bir sorum, sorunum vardı: "Anne, ben bebeği, besliyorum, bakımını yapıyorum. O da uyuyor güzel güzel. Peki ya bebek uyanıkken ben onunla ne yapacağım???" Daha bir ayını bile doldurmamış bir bebekten söz ediyoruz. Henüz oyuncakla oynamayan, gülmeyen, sadece birkaç pozisyonda yatabilen, yattığında da öylece duran, kucaktayken de sadece tüm bedenini omzuma yaslayıp yığılan bir bebek. Ne yapılırdı gerçekten böyle bir insancıkla? Anneme sormakla akıllılık yapmışım. Cevabı basitti: "konuş kızım bebekle, şarkı falan söyle mesela" diyiverdi hemencecik. Galiba önce biraz içerledim, ben nasıl düşünemedim bu kadar basit birşeyi dedim kendi kendime. Neyse, dedim ya hafif depresif bir haldeydim, böylesi tepkiler çok normal. Çabucak toparladım kendimi.


Ve işte böyle başladım, artık iç sesimi dışa vurmaya, içimden geldiği gibi konuşmaya, kendimi dinlemeye, "sesli düşünmeye"...


Artık bizim evde bir assolist, bir haber spikeri, bir radyo dj'i, bir ninni söyleyicisi, bir masal anlatıcısı, bir tekerleme tekerleyicisi vardı... Ve bunların hepsi Ben'dim. Aslında bunların hepsinden daha gerçeği ben evin "anlatıcısı"ydım artık. Hem ben eğleniyordum, hem de bebek gerçekten uyanıkken oyalanıyordu. 

Mert bebekle konuştuğum zamanlar dışında da konuşmak artık alışkanlığın sonucuydu galiba. Ne yapıyorsam, ya da bir sonraki işim ne olacaksa onu sesli söylüyordum. Aynen şöyle: "Birazdan kapıcı gelecek, ona süt aldıralım.. Hımm, bozuk para var mı acaba, bakalım" diye diye geçiyordu tüm zaman. Bunlar alıştırma turları olmalı. Bir süre sonra duygularımı ve diğer anlamlı düşüncelerimi de sesli yapar olmuştum. Bebek ne anlar demeyin, öyle bir anlıyor ki onunla dertleşince.. Tatlı tatlı bakıyor, öylece gözlerimin taa içine.

Zaman geçtikçe ben bu işi sevdim. Ama evdeki yeni yardımcı Feride Hanım çok yadırgamıştı ilk zamanlar. Hep ona sesleniyorum sanıp: "Efendiiim? bana birşey mi dediniz Pınar Hanım?" diye soruyordu. O zamanlarda bu durumdan biraz utanıp, acaba ben kafayı hafiften üşüttüm mü diye tereddüte kapıldığım da oluyordu. Sonra; o da, ben de alıştık. Öyle ki, şimdilerde o bile bebekle epey bir konuşur oldu.

Bu yeni alışkanlık bana birşey öğretti. Duygu ve düşünceleri sesli olarak dışa vurmak bebeği eğlendirmekten ve oyalamaktan çok daha üstün faydalar sağlıyor aslında. Bir kere,
kendi kendiyle konuşurken insan maksimum düzeyde dürüst oluyor, çünkü kendi de duyuyor anlattıklarını. Eğer bir yalan yanlış durumu söz konusuysa aslında kendini kandırıyordur öncelikle. 

Bir de, insan konuşurken gerçekten sadece o konuya odaklanmış oluyor, ve tabii ki o ana. O anda birşey düşünüp ve aynı anda başka bir şey söylemek hiç de kolay değil. Belki bu da yine dürüstlük.

Bir faydası da, ki bence en önemlisi, insan düşündüğü şeyleri ya da duygularını seslice ifade ettiğinde ve duyduğunda onların gerçekliğini daha bir derinden hissediyor. Örneğin, eğer bu bir hayalse, gerçekmiş gibi geliyor. Eğer bu bir uyarıysa, hedefine ulaşıyor. Titreşimler etkili oluyor bunda. İçinden çıkan tekrar içine titreşimlerle giriyor insanın. 

Eh, bir de artık dışa vurulmuş dilekler varsa, bunlar evrene yayılıyor, gerçekleşme ihtimali güçleniyor. Yok eğer dışa vurulanlar negatif duygu ve düşünceler ise, bunları duymak insanı kendiyle yüzleştiriyor, fark ettiriyor. Sonrasında bu olumsuzlukları kovup savmak daha bir kolaylaşıyor.

Bebeğin gelişi ve onunla yalnız kalışım sırasında alışkanlığım haline gelen bu sesli düşünme beni bana anlatmama yardım etti. Artık kendi kendimeyken; bir şükür, bir dilek ifade etmek istiyorsam veya aksine bir korku ve endişe barındıyorsam, bunları dışarı sesli olarak akıtıyorum. Sonra da olumluları evrene yolluyor, olumsuzları da nasıl kendimden atabileceğimin yollarını arıyorum. Sesin titreşimi bu denli güçlü işte! Tekrar teşekkür ederim bebeğim, bunu bana tecrübe ettirdiğin için...

6 yorum:

Zeynep Onur dedi ki...

Cidden okuduğum kitaplardan çok daha öz bilgiler okuyorum 2 gündür sayende. Yaşanmış tecrubeler gibisi yok. Dedim sana bu yazılar en çok bana yarayacak :) Neyse böylece seninle bebek hakkında sohbet ediyormuşum gibi hissediyorum kendimi :)

Bu arada bebek arabası hakkında da bir yazı yazmak ister misin acaba??? :)

Filozofanne dedi ki...

Harikasın Zeynepcim! yorumların müthiş, mutlu oluyorum çokk.
Yalnız, ekipman vs ile ilgili konularda senin bloguna yer açıyorum. Bence sen o konularda beni misli misli aşarsın! araştırmaya başlamışsındır şimdiden ;)

Zeynep Onur dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Zeynep Onur dedi ki...

Hahaha insanın kendisini en az kendi kadar tanıyan eski dostlarının olması ne şans şu hayatta :) Tabi ki başladım ama annelerden araba ile ilgili önemli konuları toparlamaya çalışıyorum ki en pratik ve oğluşumu en rahat ettirecek arabayı bulabileyim :)

(bu arada bir önceki yorumumu eksik kelime kullanımımdan dolayı dediğim anlaşılmıyor diye sildim ;) )

Filozofanne dedi ki...

bu yazdıklarından feyz alarak bazı kullanıp da memnun kaldığım şeyleri yazabilirim aslında, bulurum ben onunla beraber anlatacak bir hikaye nasılsa :) araba mı olur bilmem, ama anlatırım bişeyler canım. Bu konularda daha tecrübeli ve araştırmacı kişiler biliyorum, sana öneririm, onlara da danışırsın ;)

Unknown dedi ki...

Aaaa ben bunu gormemistim, bekliyordum devamı ne zaman gelecek diye... sonra feyste yazı dizisinin 3. yazısını paylasmıs oldugunu gordum! Var bir hayır yine bu işte cunku bugun ben de tam ses, konusmak, sesli ifade etmek ve bir seyin sesle nasıl hayat buldugunu, guclendigini ve "işler hale geldigini" dusunuyor ve onla ilgili bir şeyler yapıyordum! Yok artık Pınarım :) bu kadar eşzamanlılık :) ruhuma konusuyorsunuz Pınar Hanım :) Mert'e teşekkürlerimi iletin lütfen...