Translate

22 Ağustos 2018 Çarşamba

Banu'nun Yolu - Hikaye


Banu’nun yeni yolu
Taksinin radyosunda Rafet El Roman’ın eski bir ayrılık şarkısı çalıyordu. Oldubitti, hüzünlü şarkıları hiç sevmezdi Banu. Ama bu gün sesini çıkarmadan dinlemeye karar verdi. Gözlerini aynadaki taksi şoförüne değdirmeden dışarı bakıyor, az önce evde bıraktığı sevgilisinin her zaman bindiği araçlardan biri olabileceği için yine dikkatli olmaya gayret ediyordu. Ağlamıyor, sadece elleri son hız titriyordu. İçindeki yağmur bulutları nem topluyor olmalıydı ve az sonra evinin kapısından girince fırtına kopacaktı. Ona, erkeğine, son bir kez bakmasının üzerinden daha on dakika bile geçmemişti. Bir gün her şeyin biteceğinden ölüm kadar korkan Banu, nasıl olduysa son noktayı kendisi koymuştu. Oysa, aynı günün akşamüstü adam onu arayıp da yanına çağırdığında, nasıl da bir sevinç kaplamıştı içini.
Bu hafta üçüncü kez aramıştı onu adam. Çağırmıştı evine. Yoksa garsoniyer mi demeliydi oraya Banu. Adama ne zaman dile getirse bu durumdan rahatsızlık duyduğunu, böyle kapılar ardında sevişmek zorunda olmaktan yorulduğunu, adam onu bir uzun öpücükle susturuverirdi. Oysa nasıl büyük bir coşkuyla tam sekiz yıldır seviyordu adamı. Ona tapıyor, tüm çıplaklığıyla onu olduğu gibi kabul ediyordu. Daha önce başkalarına defalarca aşık olduğunu sanmasına rağmen, bu kez hissettiği bambaşka bir duyguydu. Kalbi adeta onun bedeninde atıyor, onun yanındayken kendini unutuyordu. Onun koynundayken tek hissedebildiği şey sonsuz bir mutluluktu, artık düşünemeyip sadece gülümseyebildiğiydi. Zaten, düşünebilseydi, bu adamın yanında ne işi vardı ki. Evli ve çocuklu, kendinden on sekiz yaş büyük ve çok farklı bir hayatın içinden gelen bu adamla hiç bir ortak yanları yok gibiydi.

O gece adam kadını istiyordu, çağırmıştı gel diye. Kadın birden heyecanlanmıştı. Sanki padişah, cariyeleri arasından kendini seçmiş gibi sevindi. Hazırlanmaya başladı. Onun en sevdiği iç çamaşırlarını giydi önce, her yerine en sevdiği parfümü sıktı. Elbise mi pantolon mu giymeliydi. Bu aralar birazcık göbeği çıkmıştı, o yüzden göğüs dekolteli bir elbise giymeye karar verdi. Dikkati başka yere çekmeliydi. Ne de olsa sevgilisi fazla kilodan hiç ama hiç hoşlanmazdı. Makyajını gözlere vurgu yaparak tamamladı. Çok boyalı suratları sevmezdi adam. Hele ruju hiç sevmezdi; yapaylığını ve en çok da tadını sevmezdi. Dudağını bomboş bırakıp son kez aynaya baktığında, makyajı eksik geldi ona. Renksizdi de. Hâlbuki Banu ne çok severdi göz kapaklarına fosforlu farlar sürmeyi, dudaklarına fuşya rengi ruju iyice yedirmeyi, hatta belki dudak kalemi bile sürmeyi. Ruhu capcanlıydı eskiden, içten dıştan cazibeli hoş bir kadındı. Kendine aynada baktığında hayran olurdu. Ucuz mağazaları dolaşır, en renkli ve en frapan giysileri denerdi. Ama sekiz yıldır, bu farklı sınıftan gelen aşkına kendini beğendirmek için değişmiş, toparlanmış, temizlenmişti. Makyajını temizlemişti, yüzünü çıkarmış ve başka bir yüz takmıştı. İşte aynaya o gece son kez bakıp da siyah elbise içinde soluk duran yüzü gördüğünde, eski aşkını yani kendini teslim etmek üzere olduğunu fark etti.

Aynaya uzun uzun baktı, topladığı saçlarını çözdü önce, omuzlarına düştü boyasız saçların kıvrımları. Üzerine asimetrik omuzlu yeşil elbisesini giydi, gözlerine de aynı tonlarda farlarını sürdü sonra. Makyajını tamamlayıp aynaya yine baktığında, işte şimdi ben oldum dedi. Ama bu şekilde onun yanına giderse erkeği ona nasıl bakardı ki. “Ya beğenmezse beni” diye düşündü. “Beğenmediği için beni terk ederse ve bir ruj uğruna bu koca aşkı yitirirsem ya… bir yeşil elbise ve bir ruj uğruna…”

O gece, uzun zamandır ilk kez kendi gibi olmak istemişti. Kendine olan aşkını adeta sevgilisi aracılığıyla tüm dünyaya haykırmaktı niyeti, bedeli ne olursa olsun. Adamın onu beğenmeyeceğini belki de bile bile en sevdiği yeşil elbisesini giymişti. Saçlarını adamın pek de uygun bulmayacağını hissederekten açıvermişti, öylesine dağınık ve doğal bırakmıştı. Usta parmaklarıyla gözlerine en yakışan makyajını yapmış, ruju da ihmal etmemişti. Biliyordu, adamın onu bu şekilde hayal etmediğini. Kapı açılıp da karşı karşıya dikildiklerinde, adam onu küçümseyen gözlerle baştan aşağı süzdü ve “Bu ne hal?” dedi önce. Kadın, “bu ben hali” diye düşündü, oysa ağzından kelimeler çıkmıyor, sadece duruyordu, adamınki gerçek bir soru değildi zaten. Adam devam etti tiksinerek bakan gözlerle, “Böyle görünmeni istemediğimi biliyorsun, lütfen çabuk gidip üstüne doğru dürüst bir şeyler giy de karşıma öyle çık”.

İşte, ne olduysa o zaman oldu ve Banu ondan gitmek istediğini anladı. Buraya ait olmadığını, bu adamın hayatında kendinden iyice uzaklaştığını o an fark etti. Daha önceleri hep adamın onu terk etmesinden korkan kadın, bir an tereddüt bile etmeden, “Ben gidiyorum ve bir daha da gelmeyeceğim” diyiverdi. Henüz antredelerdi, çantası bile omzundaydı. Öylece arkasını dönüp bu anılar evinin kapısından çıkıverdi. Asansör bekleyip de onunla birkaç dakika daha geçirmeye yüreği dayanamazdı, merdivenleri sakin ama hızlı adımlarla indi. Duygusala bağlamamalıydı. En azından adamın hakimiyet sınırları içinde olmamalıydı bu. Taksi de buna dahildi. Ve o yüzden tuttu kendini, sımsıkı tuttu gözyaşlarını ve haykırışlarını. Sımsıkı tuttu kendini, hayatına sarıldı sonra sımsıkı. Kucakladı kendini, çünkü buna ihtiyacı vardı o an ve her an.

Hiç yorum yok: