Translate

15 Ocak 2013 Salı

Bebekle Öğrendiklerim 4 - Dönemsellik İlkesi

Bebekli hayatın başından, ve hatta öncesinden beri kafamı kurcalayan bir konu vardı. Sanırım bebek sahibi olan herkesin de benzer soruları vardır, kiminin durumunda ise bu sorular endişe kıvamına uzanır. “Bebeğim acaba buna alışır mı?” sorusu, ya da “bu bebek hep böyle zaten” kanısı. Bebeğim artık altıncı ayını bitirdiğinde ben çok farklı bir noktadan bakıyorum. Evet tabii ki daha önümüzde uzun bir yol var ve bu yolun her durağında yeni deneyimlerle bambaşka bilgiler edineceğim, ama bugüne kadarki tespitlerimi de paylaşmak ve kendime not olarak saklamak çok güzel.

Ben, bebeğin / çocuğun her döneminin kendi içinde değerlendirilmesi ve o dönemin kendine has ihtiyaçları, iletişim şekilleri, dürtüleri olduğunun anne-babalar tarafından kabul edilmesinin iyi olacağına inanıyorum. Tabii ki bebekler de bir insan yavrusu olarak bazı şeylere alışabiliyorlar, ve hatta bunlar bazı olumlu alışkanlıklar da olabiliyor. İlla ki, alıştı mı "aman, sallamaya alıştı” veya “galiba bizimki kucakçı oldu artık, ne yapalım" tarzında negatif yakıştırmalar ilk başta aklımıza gelse de aslında "hava karardı mı uykusu geliyor", "ağzımı açınca gülüyor" gibi durumların da güzel alışkanlıklar olduğu da akıldan çıkarılmamalı bence. Bebeği bir şekilde takdir etmek önemli yani, ve hatta dolaylı olarak kendimizi.

Ben şimdilerde Mert'in, her yeni bitirdiği ay ve bazen ise daha kısa dönemlerde, yeni şeyler denediğine, bazı alışkanlıkları bıraktığına ve yenileri edindiğine tanıklık ediyorum. Bir aralar, sırt üstü uyurdu ve başını hep sağ tarafa çevirirdi. Doktorun "kafası yamuk olacak" uyarısıyla beraber başını sola çevirmeye başladım. "Eyvah," dedim, "Hem de oğlan çocuğu, saçları kısa olacak, kafası düzgün olmalı". Sonra yeni bir dönemde bu kez sola çevirmeye başladı hep. Sonraları yana dönüp uyumaya başladı, artık sırt üstü hiç uyuyamıyor, gözlerini kapatıp tam uykuya dalacakken bir son dokunuşla yana çeviriyordum ve "tık" uyuyuveriyordu. Genellikle de sağa. Sonra bir gün sağa çeviriyorum, çeviriyorum, uyumuyor söylenip duruyordu. İçgüdüsel bir dürtüyle bu kez sola çevirdim, hemencecik uyudu. Sonraları hep sola yan yatıp uyur oldu. Yan yattığı dönemlerde insanlar, “ay yazık kolu altta uyuşacak”, “ay ya döner de rahat nefes alamazsa” gibi endişe dolu uyarılar aldığımda henüz dönemsellik ilkesini idrak edememiş olduğumdan bebeğe yeni uyuma şekilleri öğretmekle uğraştım. Halbuki aslında bu konuda tek karar mercii bebeğin ta kendisi, ben kim oluyorum :) Bugünlerde ise bebeğim, tamamen kendi tercihi olarak yüzükoyun uyumaya başladı, bu pozisyonda rahatlık yakaladı mı daha uzun saatler güzel güzel uyuyabiliyor. Eee armut dibine düşer derler ya, aynen ben de babası da öyle uyumayı severiz doğrusu. Mert'in uyurken tercih ettiği pozisyon doğduğundan beri sık sık değişti, başlarda bebek hep o şekilde uyuyacakmış gibi gelse de sonra öğrendim ki aslında fiziksel becerileri, hatta belki beslenmedeki değişiklikler yatma şeklini de değiştirmesini tetikliyor. En rahat pozisyonu da bebeğin kendisi seçiyor, güzel güzel uyuyor. Şimdilik tek değişmeyen şey ise üç aydır uyurken hep elinin ulaşabileceği bir mesafede tuttuğu uyku arkadaşı yumuşak ayıcık...

Bir de kucakçı oldu diye endişe eder ya insanlar, ben pek umursamadım aslında bunu. Hatta tam olarak anlamadım bile ne olduğunu. Sonuçta, emeklemeyen ve hatta kendisine oynaması için belirli bir alan verilmemiş, ufacık bir yere, büyük çoğunlukla da anakucağı denen son model ekipmana oturtulmuş bir bebeğin mutlu olmayıp kucak istemesi kadar doğal ne olabilir ki diye düşünürdüm. Özellikle de 3 ayını bitirip dünyayı daha bir keşfetme arzusu başladıktan emeklemeye kadarki  dönemde etrafı bundan iyi dolaşma yöntemi düşünemiyorum bile. Düşünsenize, Pera Müzesi'ne gitmiş, üstelik tam da kendine göre bir sergi "Altın Çocuklar" sergisi var, pusetin içinde tersten bakarak nasıl görecek etrafını, merak da ediyor çok, kucak istedi ve sergiyi kucağımızda dolaştı, bir yandan da kendini oyalayaraktan. Bazıları bana "bu oğlan da kucakçı olmuş, annesi" dediklerinde, işte bu sebepten bir çeşit gurur hissi bile uyanıyor içimde. "Evet benim oğlum dünyayı dikey olarak izleyip daha hızlı keşfetmek için, eğlenmek için, insanlarla fiziksel temas kurmak için, bazen oyalanıp sakinleşmek için ve daha bilmediğim birçok başka şey için harika bir yöntem buldu" diye geçiriyorum içimden, hatta bazen güzellikle ifade bile ediyorum bu hissimi. Çünkü ben biliyorum ki bu da dönemsel bir dürtü. O, bedenini tam da istediği gibi kullanmaya başladığında, evin içinde kendi istediği gibi dolaştığında, bir yandan gezinip bir yandan ellerini kullanabildiğinde, desteksiz oturabildiğinde ne yapsın artık o sıkı sıkı tutan iki kocaman kolu? Özgürlüğünü ilan edip dolaşır durur artık o zaman geldiğinde. Ve ben de büyük bir keyifle onu izleyip yeni yazacağım konuyu düşünürüm.

Son olarak kısaca bir de emzirme/emme olayımızı buna paralel olarak değerlendirmek istiyorum. Bebek ilk dört buçuk ay güzel güzel emiyordu, ben de keyifle emziriyordum. Sona doğru azalan bir keyifle demek daha dürüstçe olur. İlk muayenede Mert’in doktoru, “bebek böyle emmeye, süt de böyle gelmeye başladı mı düşünmeyin, hep böyle devam eder” demişti, şimdiki aklımla olaya bakınca olumlu da olsa bu da yine bir şartlanma… Sonraları, her ne sebeptense artık, bebekte emme isteği azalmaya başladı. Bir yandan da doymadığı için biberonla mama içmeye başlamıştı. “Biberona alıştı, artık memeyi emmez” dediler bu kez de. Evet tabii ki, aç olduğunda emdikçe istikrarlı olarak gelen bir süt var biberonda. Memede ise biraz daha emek ve sabır gerek. Ama biberonun da veremediği şey, bir sıcaklık ve güven hissi ile beraber farklı bir haz olmalı. Son bir buçuk aylık dönemde, oğlum anne sütünü alabildiği kadar alsın diye kelimenin tam anlamıyla çırpındım durdum. Pompa yaptım, biberonla verdim; uykudan tam yeni uyandığı mayışık anlarını yakalayıp gözlerini memede açsın, ne olduğunu anlayamadan biraz emsin diye adeta pusuda bekledim. Bir yandan da sistematik olarak "süt yapıcı" besinlerden bolca yedim içtim. Doğrudan emzirdiğim döneme göre çok daha fazla yoruldum ve bebeği ev gezmesi dışında pek bir yere de götüremedim. Derken altıncı ayımız doldu ve girdik yepyeni bir döneme..  Çorba, yoğurt, meyve… Ek besinler, yeni lezzetler ve tabii ki bir de kaşık! Anında Mert’te büyük değişiklik: artık memeden emmek istiyor, bazen süt olmasa bile emiyor, emiyor. Annemin teorisiyse son derece ilginç. Şimdi artık farklı lezzetlere ve kaşığa başladı ya, tanıdık ve güvenli bir ortam arıyor, memeye yöneliyor diyor annem. Neden olmasın, zaten bebeğin de öyle bir hali var doğrusu, tam da bıraktığı yerde buluyor, hep aynı sıcaklıkta. Ben bunun biraz da gündüzleri ufak ufak işe gitme denemeleri yapmamla ilgisi olabileceğini de düşünüyorum. Onca zaman yapışık ikizler gibi devamlı beraber olduktan sonra kısa süreli de olsa ayrı kalmak farklı bir şey olsa gerek. Beni özlüyor minik ya, ben de onu ! İşte bu bile dönemsellik ilkesiyle uyum içinde bir deneyim örneği.

Bebek büyüyüp geliştikçe başta ihtiyaçlarına bağlı olmak üzere, tavırları ve alışkanlıkları değişiyor. Bunu fark ettikten sonra ben de bıraktım, izin veriyorum her şeyi denemesine ve kimisine alışkanlık gibi görünen şeyleri yapmasına.

Benim için anne olmanın en eğlenceli yanı bu. Devamlı değişen, gelişen bir varlığa tanıklık etmek, hep sürprizlerle dolu tatlı bir hayat, hep öğretmek/öğrenmek üzerine derin bir deneyim. Tadını çıkarıyorum..

Bu arada, “Dönemsellik İlkesi” kavramını muhasebe terimlerinden duymuşsunuzdur belki. Gün gelip de bu terimi muhasebe kitaplarından araklayıp böyle içerikli bir yazıda kullanacağımı nereden bilebilirdim? Geçmişte sıkıcı gibi görünen o dersler ve stajlar, sonrasında da muhasebecilerle toplantılar… bana neler katmışlar meğer…

5 yorum:

Zeynep Onur dedi ki...

olayın sonunu muhasebeye bağlaman gerçekten de sonu belli olmayan filmler gibi olmuş :)

Murat dedi ki...

İşte kitaplık bir yazı daha...Değişik zaman dilimlerinden ilham alarak olayları harmanlayan, sonunda ise -alakasız gibi gorunen- ama gayet ilgili bambaşka bir daldan desteklenen/beslenen bir yazı...Elif Şafak kıvamına geldin sen artık be... :)

Filozofanne dedi ki...

Zeynebim, yüzümü güldüren bir yorum daha geldi senden... Acaba film senaryosu yazmaya mı başlasam?:D

Unknown dedi ki...

donemsellik, ne guzel yazmissin, biz cis ogrenme donemindeyiz cok zahmetli yorucu bi o kadar da keyifli.. darisi basiniza:)

Unknown dedi ki...

herzamanki gibi gulumseyerek okudum ve bu aralar kendimle ilgili kafamı kurcalayan bir seyler konusunda icim ferahladı :) cok guzel yazmıssın Pınarım...