Translate

10 Ocak 2013 Perşembe

Annem 60 Yaşından Sonra İşkadını Oldu!

Annem, İstanbullu zarif bir anne ile Adanalı çalışkan bir mimar babanın ilk çocuğu olarak İstanbul'da dünyaya gelmişti. Her fırsatta İstanbul'da doğduğu ve çocukluğunda sık sık ziyarete gittiği Ayaspaşa'daki anneannesinin evini anlatmaya bayılırdı. Ben çocukken bana anlattığı Ayaspaşa, Cihangir ve Fındıklı hikayeleri oralar hakkında çok farklı bir görüntü oluşturmuştu zihnimde. Yıllar sonra, ben herhalde ortaokuldayken annemin bir akrabasını Ayaspaşa'daki evinde ziyarete gitmiştik. Annemin anneannesinin bahsi geçen evinin tam karşısındaydı bu akraba. Belediyenin geçirdiği yolun istimlakından nasibini alıp bir de bakımsızlıktan kısmen yıkılmış bu büyük ninemin evini gördüğümde aslında içten içe bir hayal kırıklığı yaşamıştım. Yanımdaki annem ise çok üzülmüştü bu harabeyi gördüğünde, çaresiz hissetmişti kendini. Anneannem artık hayatta olmadığı için ninemin evini sahiplenmek doğrudan bize düşmezdi sonuçta.

Annem, oldu bitti anlatmayı çok sever çocukluğunu, İstanbul'u ve eskiden yaşamış aile büyüklerini. Mesela dedesinden çok bahseder hep. Gerçek ismi hala muamma olan büyük dedem Yugoslavya'dan gelmiş, büyük ninemi çok beğenmiş, onunla evlenebilmek için Müslüman olmuş. Bu masalsı anılar annemi çok derinden mi etkilemiş, yoksa annem mi bu olayları bu kadar masalsı yorumlamış, tam emin değiilim. Tek emin olduğum şey, annemin geçmişinin duygusal tonlarıyla son derece barışık ve onlara sıkı sıkıya bağlı bir insan oluşu. Bu gerçek masallar ya da masalsı gerçekler ile büyüyen ben de tabii ki annem gibi aile tarihimizle ilgilenen bir çocuk olagelmiştim. Şimdilerde farklı bir olgunluk ve bilinçle yaklaşıyor olsam da aile geçmişimizden gelen duygusal ve yeteneksel bir birikimim olduğundan da hiç kuşkum yok.

Annem, Yugoslav dedesini bana anlatırken bir de onun çok dil bildiğini ve sonunda İstanbul'daki Japon sefaretinde bir iş bulduğunu anlatmıştı. Orada bir ahçı mı yoksa davetlerden sorumlu bir idari görevli mi olduğu tam bilinmemekle beraber, işin ucu eninde sonunda yiyeceklere uzanıyordu. Zaten büyük dedemin eşi olan ninem de zamanında büyük dayımın boğazdan çıkardığı midyeleri tek tek açar doldurur tekrar bağlar pişirir ve leziz midye dolmalar yapmaz mıydı... İşte böyle bir nine ile dedenin torunu olan annemin ailesinde neredeyse herkesin yiyecek, içecek ve özellikle de muhteşem davetler verip misafirleri ağız tadıyla ağırlamakla yakın ilgisi ve merakı vardı. Sonraları eve gelen bazı misafirler ya da arkadaşlar annemin koskocaman davet sofralarını ve hepimizi burnumuzun ucuna kadar besleyip doyurma hevesini görünce kimisi hayran kalır, çoğunluk ise biraz ısrarlardan muzdarip olarak içten içe şikayet ederdi. Ama kimse bugüne kadar annemin bu merakını ve birikimini düşünmemişti, belki kendi bile fark etmemiş; bir aşevi hızıyla pişirip, dağıtıp, yedirip, beslemekle geçirmişti, ömrünün 60 yaşına kadar olan dönemini.

2012 ile beraber ailemizde taşlar önce hafif hafif, sonra da daha güçlü bir şekilde yerinden oynadığında ve yeniden yerleşmeye başladığında hepimiz birden kendimizi çok yeni bir girişimin ortasında bulduk. Ben de aslında eşimle verdiğimiz ortak karar sonucu Adana'ya gelmiştim ama ailemin bu girişiminde önemli bir rol oynamayı sadece bir sorumluluk değil, aynı zamanda da bir misyon gibi hissediyordum. Ailemizden gelen, hatta baba tarafım da dahil olmak üzere, tüm geçmişimizden gelen yemek pişirip paylaşma arzusunun daha da geniş kitlelere ulaşması misyonu. Bu misyonun da ardında gerçek ne amaç varsa, artık orası bende saklı kalsın...

Annem, üniversiteli bir evhanımı ve tam-zamanlı bir anne olarak ömrünün kırk yılını geçirmişti. Evet, her zaman sosyal olarak çok aktifti. Ama inceleyecek olursak, okulların koruma derneklerinde çalışırken de Adana Şlem Briç Kulübü başkanlığını yaparken de insanlara mutfağının o leziz tatlarını hep sunmuştu, sanki o görevleri de yine pişirip beslemek için almıştı, bilinçli olmayarak.

Şimdilerde ise, annem 60 yaşından sonra artık gerçek bir işkadını. Bu kez, farklı olarak; hem emeklerinin, hem damak tadının, hem becerisinin, hem bilgi ve birikimlerinin, hem de biraz kimya mühendisi olmasının verdiği karışım/uyum öngörüsünün karşılığını almak üzere; mutfağa girip yemek pişiriyor. O çok mutlu, yorgun ve belki hiç alışkın olmadığı tatlı bir stres yaşıyor ama o çok mutlu. Yemeklerini yiyenler de mutlu. Ve bu yeni girişimden bir şekilde etkilenen herkes de çok mutlu. Bu dalga, etki alanını genişletip daha çok insana ulaştıkça neler olacak bilmiyorum.. Topyekün bir değişim hayal edebiliyorum. Bana düşen ise annemin bu yemeklerini ve ikram gücünü paylaşabilmesi için ortam hazırlamak. Ben de bunu seve seve yapmaya niyet ettim bile. Artık ne diyebilirim ki başka? Afiyet olsun, yemeklerinizin tadını çıkarın!



Hiç yorum yok: