Translate

17 Mayıs 2013 Cuma

ne savaşı bu savaş?...

İtiraf ediyorum, gazeteden ya da televizyondan haberleri pek takip etmiyorum. Hayatım boyunca da böyleydi, hala da böyle. Bundan keyif almadığım gibi, doğrusunu isterseniz haberleri takip etmek pek aklıma da gelmiyor kendi doğal haliyle. Buna rağmen, ve haberlerin belki de gerçeklerin çok küçük bir kısmını yansıtmasına rağmen, duyuyorum ve öğreniyorum bir şekilde... bilmem gerekenleri....

Gündemin çirkin haberlerle dolu olduğu şu günler... Sanki ne duysam kötü, kiminle konuşsam yeni bir olaydan bahsedecek. Şu sıralar Suriye'deki gerginliklerin Türkiye'ye doğrudan yansımaları ve hayatımıza çok yaklaşmalarının insanlar üzerindeki maddi manevi etkileri çok büyük. Hele ki sınıra iyice yakın olan Adana'da.

Anlayacağınız, Adana'da da hava bu sıralar gergin. Havalar daha ısınmadan kanlar ısındı galiba.

Ben mi ne hissediyorum? Ben üzgünüm, yorgunum, daha çok kafam karışık aslında. Sorguluyorum.. Yargılıyorum. İyi ne? Kötü ne? İyiler kimler? Kötüler kimler? Herşey bir çizgi romandaki baş iyi karakterle kötü karakter arasındaki savaş gibi çıplak ve basit mi? Sanki değil...

Nispeten biraz daha makro sayılabilecek bu dış siyasi olaylardan sonra, bir de Türkiye'nin iç siyasetine bakıyorum sonra. Orada da bir gerginlik, bir mücadele... bir savaş... Peki kim haklı dersiniz? ...
Nerede bir seçim olsa, taraflar yerlerini alıyor, heyecanla girişiyorlar çalışmaya, propoganda yapmaya. Orada konuşulanlar ve mücadele konuları öyle gerçekdışı ki bana göre. Herşey bir oyun sanki. Sonuç ne peki? Birisi kazanıp birisi kayıp mı ediyor sizce? Bence kaybeden insanlık, kaybettiği de erdemleri.. Yani topyekün bir kayıp bu, kazananlar bu kadar sevinmeden önce bir düşünsün.


Sonra geliyorum başka bir noktaya. Peki ya kim haklı? 


Değişiyor değil mi, kimin haklı olduğu?.. Nereden baktığınıza, neye inandığınıza göre değişiyor. Birileri hep bir tarafları tutuyor. Tutmakla kalmayıp fanatikleşecek kadar gözünü karartınca da başlıyor bir mücadele, bir savaş... Kendini unutacak kadar çirkinleşiyor sonra tablo. Kendini, insan olduğunu, ölümlü olduğunu, sevgiyle varolup sevgiyle yok olacağını unutuyor, bir gün uçup gittiğinde geride sadece yine sevgi parçacıkları bırakacağını ve işte asıl bu sebeple belki de bunca savaşın bir anlamının olmadığını unutuyor.

Etrafımdaki kişisel olayları izliyorum, bir yandan. Aynı savaş oralarda da var... Siyasi olmadığına kanmayın.. Yine var bir mücadele, bir yarış, bir savaş.. Birşey elde etmek için duyulan hırsla gözler kararıyor. Belki maddi birşeyler, belki mevki, belki itibarlı bir isim... Bunlar uğruna içindeki insanlığın üstünü örtüp başka kostümler giyiyor insan. Peki ne oluyor?
Ben haklıysam, sen kötüsün! Bunu kim diyor? Ben. 
O zaman, sen de kendine göre haklı olduğuna göre, bu kez de ben kötü oluyorum. Tek değişen bakış noktası, onun dışında herkes olduğu gibi... Yine birileri birşeyler kazanıyor, zengin oluyor, itibar ve çevre elde ediyor, harika görünüyor, en çok bilen veya en başarılı ünvanını alıyor. Bir süre bu böyle gidiyor, sonra ya değişiyor, ya da hayat bitiyor...

Geriye bir tek şey kalıyor, sevgi...

Bize düşen ise, hatırlamak sadece... Özümüzdeki güzellikleri, sevgiyi hatırlamak. Bu dünyaya savaşmak ve "kötü" olmak için gelmiş olamayız. O halde, dünyaya gelişimizin güzel ve geliştirici amacını hatırlamak. Tek ve gerçek çarenin bu olduğuna inanıyorum. Üçüncü kişilerin zoruyla varılan uzlaşmalar, tarafların birbirine sus payları vererek anlaşmaya varmaları değil gerçek ve kalıcı çare. Çare inanmakta; insanın bütünsel ve kişisel amacını hatırlamakta.

Bunu daha kolay anlamak için, belki, ömrünün son günlerini yaşamakta olan birisiyle ya da henüz yeni hayata gelmiş bir bebekle yakın olmak işe yarayabilir. O iletişim sözlü olmaz, düşüncesel olur, biraz da telepatik. O anda hisler konuşur, sözler değil.
İşte, bunu anlayınca da hayat bir anda anlamlanır ve doğumla ölüm arasındaki o "hayat mücadelesi" dediğimiz süreç, mücadele olmaktan çıkar, "hayat sahnesi" haline gelir. Amacımızı gerçekleştirip reverans yaparak çıkacağımız o sahne... Öyleyse, neden olmasın?
Taraflar sahnede dans etsin. - Kendini iyi zanneden "haklı" kötülerle, karşı tarafın kötü zannettiği "haklı" iyiler ahenkle dans etsin o sahnede.. 

Olabilir mi? Bence olabilir... 
Ne zaman? hazır olduğumuzda...

Hiç yorum yok: